18.11.10

Hayvan aklı deyip geçmeyin../alıntı

Son yapılan çalışmalara göre hayvanlar da acı çekiyor, empati besleyebiliyor, ölüleri için yas tutuyor ve zor durumda kalanlara karşılık beklemeden yardım ediyor.
Son yıllara kadar hayvanların insanlardakine benzer zihinsel bir yapıya sahip olduğu kabul edilmiyordu. Oysa insan ve hayvanlar arasındaki uçurum giderek kapanıyor.
                                                        *   *   *
Biz insanların hayvanlarla ilişkileri farklı çıkar hesaplarına dayanır. Hayvanlar dostumuzdur; geçim kanığımızdır; malımızdır; ailemizin bir ferdidir; işçimizdir; evimizin eğlencesidir; yok edilmesi gereken haşerelerdir. Onlara bayılırız; kafese tıkarız; istismar ederiz. Tabi bir de pişirip yeriz.
Bütün bunları yaparken tek bir gerekçemiz vardır:. Hayvanlar bize aittir; onlara istediğimizi yaparız, çünkü bizim gibi acı çekmezler; düşünmezler. Ölüm kaygıları yoktur. Eşleşirler ama aralarında aşk yoktur. Kısaca hayvanlarda bizde olduğu gibi bir bilinç bulunmaz . Rene Descartes bir zamanlar “Hayvanların bizim gibi konuşmuyor olmalarının nedeni, gerekli organlara sahip olmamaları değil, düşüncelerinin olmamasıdır” diyerek bu gerekçeyi savunmuş.
Hayvanlarla ilgili yanılgılar
Ancak zamanla hayvanlarla aramızda inşa ettiğimiz setler birer birer yıkılıyor. Alet kullanan tek hayvan insandır. Peki alet yapan karga ve şempanzelere ne diyeceksiniz? . Empati ve el açıklığı gibi özelliklerin yalnızca insanlara özgü olduğu iddiası bugün ölüleri için yas tutan filler, zor durumda kalan sürü üyelerine yardım eli uzatan maymunlarla birlikte geçerliliğini yitirmiş durumda. Ya insanların neşelenebilen, gelecek kavramına sahip olan tek hayvan olduğu iddiası? Bu da İngiltere’de son yapılan bir araştırma ile yıkıldı. Konforlu bir ortamda yetiştirilen domuzların iyimserlik ve neşelenme konusunda insanlardan hiç de geri kalmadığı kanıtlandı.
Konuşma yeteneği insanların elinde kalan son kale de idi. O da Kanzi ile birlikte yıkıldı. Kanzi adlı 29 yaşındaki bonoboya doğduğu andan itibaren konuşma yeteneği kazandırılmaya uğraşıldı. Kanzi bugün sözcük kartları yardımıyla isteklerini dile getirebilecek düzeye geldi..
Bütün bunlar hayvanlara farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Princeton Üniversitesi’nden biyo-etikçi Peter Singer 1975 yılında kaleme aldığı “Hayvanların Kurtuluşu” isimli kitabı ile bugün hayvan hakları olarak bilinen hareketin temelini atmış oldu. Singer, hayvanların da acı çektiğine inanıyordu ve insanların kendilerine yapılmasını istemedikleri acı veren müdahalelerin hayvanlara da yapılmaması gerektiğini savunuyordu. Bu görüş o dönemde herkes tarafından kabul görmese de son yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar Singer’i haklı çıkartıyor. Bugün bilim insanları hayvanların da acı çektiğini kanıtlamak için beyinlerinin incelenmesinin yeterli bulmuyor; akıllarından ne geçtiğinin de bilinmesi gerektiğini söylüyor.
Bilinçli yaratıklar
Hayvan zekâsını anlamaya çalışan bilim insanları çok sayıda engelle karşı karşıya. İlk başta insan olmayan yaratıkların bilinci olup olmadığı konusunda bile bir görüş birliği yok. İnsanlar yunusların ve şempanzelerin bir farkındalığa sahip olduğunu kabul ediyorlar; kedi ve köpeklerde de bu tür bir zekânın olmasına da karşı çıkmıyorlar. Peki fareler için ne demeli? Ya sinekler? Bunların aklından hiçbir şey geçmiyor mu? Basit bir hayvanın sahip olduğu minicik beyin, ancak temel vücut işlevlerini kontrol altında tutabilir. Sistem otopilota bağlanmış, yol alabiliyorsa, bilinç için gerekli olan nöron sinapslarına ne gerek var?
Bu soru katıksız bir sövanizm eğilimi taşıyor. “Belli bir eşiğin altında öznel bir deneyimin olmaması çok büyük bir olasılık” diye konuşan Northwestern Üniversitesi’nden bilişsel psikolog Dedre Gentner, “Bir hamamböceğinin kötü şeylerden kaçmasının ve iyi şeylere doğru koşmasının altında bir takım içsel reflekslerden başka bir şey aramak gerekli mi acaba?” diye soruyor.
Ne var ki bazı türlere ilişkin sahip oldumuz önyargılar, bu eşiğin nerede başlaması gerektiği konusunda belirsizlik yaratıyor. Örneğin mantıksal olarak bir hamamböceğinin sahip olduğu zekânın bir kelebekten farklı olmaması lâzım. Ama hamamböceğine karşı beslediğimiz tiksinti bunu kabul etmemizi engelliyor. Yine de çok sayıda bilim insanı bilincin bir çeşit bilişsel reostat (elektrik akımının şiddetini azaltıp çoğaltmada kullanılan aygıt ) tarafından kontrol edildiğini kabul ediyor. Bu da şu anlama geliyor: Bilinç insanlarda ve yüksek hayvanlarda en parlak ışığını verirken, basit hayvanlara inildikçe ışığı sönükleşiyor.
“Memelilerde bilinci reddetmek büyük bir yanılgıdır” diye konuşan Harvard Üniversitesi’nden psikolog Steven Pinker, “Kuşlar ve diğer memeliler de büyük bir olasılıkla bilinç sahibidir. En aşağılara indiğimizde, midye ve örümceklere gelince, kesin bir bir şey söyleyemiyoruz” diyor.
Beyin-vücut oranı
Var olduklarının bilincinde olan hayvanlar arasında zekâ giderek azalan bir seyir izler. Özellikle beyin boyutunun belirleyici olduğu düşünülür. Bu bağlamda insanlar kendilerinin en üst sırada yer aldıklarını düşünürler. İnsan beyni büyüktür –yaklaşık 1.400 gr ağırlığında- . Fakat yunusların beyni 1.700 grama kadar çıkabilir. Kaldı ki katil balinanın beyni devasa boyuttadır -5.600 gr- . Fakat insanlar balina ve yunustan daha küçüktür. Beynin vücut ağırlığına olan oranı söz konusu olduğunda ise durum değişir. İnsanların artık en üst sırayı Etrüsk sivrifaresine (Suncus etruscus) terk etmesi gerekir. Çünkü bu küçük yaratık, beyni 0.3 gram ağırlığında olmasına karşın vücuduna oranla en büyük beynin sahibidir.
Gelişmiş düşünce ve beynin yapısı
Beynin boyutları ile zekâ arasında kesin olarak bir ilişki olmasına karşın, beynin şekli zekâ konusunda daha fazla bilgi verir. Yüksek düşünce beynin korteks bölgesinde işlem görür. Pek çok hayvanda olmayan bu bölüm, beynin en fazla evrim geçiren kısmıdır. Memeliler serebral korteks kulübünün doğal üyeleridir! Burada kural şudur: Beynin korteks kısmı ne kadar büyükse hayvan o kadar zekidir. Ancak yaratıcı zekânın tek belirleyicisi bu değildir. Alet kullanımını ele alalım. İnsan alet kullanımında profesyoneldir. Bunları amatör kategoride maymunlar izler. Susamurlarının sırt üstü yatarak, karınlarının üzerinde yumuşakçaların kabuğunu taşla kırarak içindekini yemeleri, ne kadar basit görünürse görünsel, bir tür alet kullanmaktır. Eğer yaratıcılık serebral korteksin bir marifeti ise kargagiller (karga, kuzgun, saksağan gibi cinsleri kapsayan ötücü kuşlar) alet yapımında insan dışındaki türlerin hepsinden niçin daha becerikli?
Kargalar bu konuda destan yazmış! durumdalar. Plastik bir tüpün içindeki eti çıkartmak için düz teli büküp kanca yapan kargalar.. İçi yarı yarıya su dolu bir kabın içindeki suyu içmek için kabın içine taş atarak suyun seviyesini yükseltmeye çalışan kuzgunlar... Bu son deneyde ilginç olan hayvanın su seviyesini hızlı bir şekilde yükseltmek için ilk önce en iri taşları seçmesidir.
Serebral korteksi olmayan kuşların bu becerileri sergilemesi, bir olasılıkla memelilerde de bulunan bazal ganglia sayesindedir. Bu öğrenme ile ilgili beyin bölgesidir. Memelilerde bazal ganglianın birden fazla bileşenleri varsa da kuşlarda tek bir parçadan oluşur. Ancak MIT ve Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü bir çalışmada, kuşlardaki bu tek yapılı bazal ganglionun birden fazla işlevi olduğu anlaşıldı.
Toplu halde yaşamanın etkisi
Kargagillerde ve diğer hayvanlarda zekânın tek belirleyicisi beyinleri değildir. İçinde yaşadıkları topluluklar da zekâlarını etkiler. Hayvanlar için tek başına yaşamak, toplu halde yaşamaktan daha kolaydır. Kutup aylarında olduğunda gibi tek başına avlanmak ve avını oturup yemek daha az sorun çıkartır. Avı paylaşırken güç gösterisinde bulunmak, birlikte avlanırken strateji geliştirmek gibi sıkıntılara gerek kalmaz. Hayvanlar zekâlarını sergileme fırsatını en çok avlanma sırasında yakalarlar.
Toplu halde yaşayan hayvanlarda neden sonuç ilişkisi belirgin değildir. Başka bir deyişle, birlikte yaşamak zekâyı geliştirebilirken, doğuştan sahip olunan zekâ, hayvanı toplu halde yaşamaya itebilir. Kesin olan kargagillerin kuşlar arasında en sosyal yapıya sahip olduklarıdır. Bu hayvanların uzun yaşaması ve güçlü grup bağları bu tür yaşam için gerekli olan altyapıyı sağlar. Başka bir ilginç yapı da sürü halinde yaşayan hayvanlarda görülür. Bunlarda zekâ kırıntı boyutlarındadır. Bunlar da eşgüdüm içinde yaşam sürmelerine karşın, sürülerinde belirgin bir işbirliği yoktur. Duke Üniversitesi’nden hayvan biyoloğu Christine Drea sürü hayvanlarının özelliklerini şöyle değerlendiriyor: “Bir buffalo sürüsünde A hayvanı, B hayvanının kim olduğunu düşünmez. Ancak primatlar, sosyal etoburlar, balinalar ve yunuslar arasında her fert özel bir yere sahiptir.”
‘Ben ve diğerleri' bilinci
Bir hayvanın beynini ve davranışlarını incelemek kolaydır, ancak sıra bilişsel yeteneklerin ortaya çıkartılmasına geldiğinde iş sarpa sarar. Bir insan çocuğunun öğrenmesi gereken en önemli yetenek “aklın kuramı” denilen olgudur. Bu da tüm bilginin evrensel olmadığı anlamında kullanılan bir kavramdır. Örneğin emekleme evresindeki bir bebek dadısının oyuncağını odanın bir yerine sakladığını gördüğü zaman, daha sonra odaya giren herkesin oyuncağın yerini bildiğini düşünür. Çocuk ancak 3 yaşına geldiğinde kendi bildiklerini başkalarının bilmesi gerekmediğini öğrenir.
Aklın kuramı, iletişimin ve öz farkındalığın (kişinin, başka insanlardan ve şeylerden ayrı bir varoluşa sahip olduğunun bilincinde olması) temelini oluşturur. Az sayıda hayvan bu özelliğe sahiptir. Köpekler bu nadir hayvanların arasında yer alır. Aklın kuramının en belirgin göstergesi, parmakla işaret etmenin ne anlama geldiğini anlayabilme yetisidir. Başka bir deyişle bireyin çevresinde birinin paylaşmak istediği bir bilgisinin olması ve bireyin dikkatinin o yöne çekilmesi; böylece bireyin de o bilgiyi öğrenebilmesidir. Bu yeti bizlere basit gibi görünebilir, çünkü insanlar doğuştan bu yetiye sahiptir ve işaret etmek için parmaklarımız vardır. Büyük maymunların da parmakları vardır, ancak bunlar bu yetiyle doğmazlar. Örneğin Kanzi, doğal ortamından farklı olarak insanlarla büyüdüğü için elleri boş kalıp, işaret yoluyla iletişim kurma yeteneğini kazanmıştır.
Aklın kuramını kavrayabilen akıllı türlerin tek göstergesi parmakla işaret edebilmek değildir. Örneğin saksağanlar yiyeceklerini saklarken diğer saksağanların kendilerini izleyip izlemediğine dikkat ederler. Eğer izlendiklerinden kuşkulanırsa, etrafta kimsenin olmadığı bir zamanda yiyeceği ilk yerinden çıkartıp başka yere gömerler. Böylece diğer kuşların akıllarından ne geçtiğini anladıkları gibi, akıllarından geçen düşünceyi de değiştirme yeteneğine sahiptirler.
Bir hayvanın öz farkındalığının olup olmadığını anlamanın en güvenli yolu ayna testidir. Bu test, bir hayvanın aynaya bakıp gördüğü görüntünün ne olduğunu anlayıp anlamadığını ölçer. Bu testi geçen hayvanların başında filler, maymunlar ve yunuslar gelir. Test sırasında bu hayvanların alınları veya vücutlarının bir noktası boya ile boyanır. Hayvan aynaya baktığı zaman parmağı veya hortumu ile aynada yansıyan görüntüye değil de kendi vücudundaki boyalı kısma dokunuyorsa testi geçmiş demektir.
Hayvanlar da hisseder mi?
Hayvanlar empati besleyebilirler mi? Merhamet duygusuna sahip midirler? Birbirlerine aşık olabilirler mi? Yas tutabilirler mi? Başkalarına özen gösterebilirler mi? Bilim şimdi bu soruların peşinde..
Araştırmalar fillerin ölüleri için yas tuttuğunu kesin olarak gösteriyor. Yollarının üzerinde fil iskeletine rastlarlar ise, dikkatli bir şekilde kafatasını ve fildişini incelerler. Maymunlar da
sürüde ölen bir üyenin başında günlerce bekleyebilirler.
Yaşayan grup üyeleri için empati gösterisi sıçanlarda gözlenen bir tutumdur. Harvard Üniversitesi’nden antropolog-biyolog Marc Hauser, acı ile kıvranan sıçanları izleyen diğer sıçanların da acı içinde kıvrandıklarını gözlemiş; bu gözlemi yorumlamak için nöro-biyolojiye gerek olmadığını söylüyor.
Sonuç: Hayvanlar ve insanlar eşittir
Hayvan hakları savunucusu Singer, hayvanlar da insanlar gibi acı çektiğine göre bu ikisinin onurlu bir yaşamı hak ettiğine inanıyor: “Acıyı bir insanın mı yoksa farenin mi çektiği fark etmez. Acı acıdır. Dolayısıyla bu ikisi eşittir.”
Bilim insanları, bazı konulardaki görüş farklılıklarına karşın hayvanlara karşı tutumuzun köklü bir değişim geçirmesi gerektiğine inanıyor. Örneğin Avrupa Birliği yetkilileri hayvanların daha “insani” koşullarda yaşaması için gerekli önlemleri almaya çalışıyor. Çiftliklerdeki koşullar daha sıkı denetleniyor; besi hayvanları kesime gitmeden önce bayıltılıyor vb…
Ne var ki Singer insanların vejetaryen olmaları gerektiğine inanmıyor. Ancak midye, salyangoz, istiridye gibi hayvanların daha az acı çektiğini düşünerek bunların yenmesinin daha doğru olduğunu söylüyor.
TIME / Jeffrey Kluger, 05 Ağustos, 2010
Türkçesi: Reyhan Oksay


kaynak:burada