26.12.10

Kediler büyülüdür, onları ne kadar çok severseniz, ikiniz de o kadar uzun yaşarsınız.

18.11.10

Hayvan aklı deyip geçmeyin../alıntı

Son yapılan çalışmalara göre hayvanlar da acı çekiyor, empati besleyebiliyor, ölüleri için yas tutuyor ve zor durumda kalanlara karşılık beklemeden yardım ediyor.
Son yıllara kadar hayvanların insanlardakine benzer zihinsel bir yapıya sahip olduğu kabul edilmiyordu. Oysa insan ve hayvanlar arasındaki uçurum giderek kapanıyor.
                                                        *   *   *
Biz insanların hayvanlarla ilişkileri farklı çıkar hesaplarına dayanır. Hayvanlar dostumuzdur; geçim kanığımızdır; malımızdır; ailemizin bir ferdidir; işçimizdir; evimizin eğlencesidir; yok edilmesi gereken haşerelerdir. Onlara bayılırız; kafese tıkarız; istismar ederiz. Tabi bir de pişirip yeriz.
Bütün bunları yaparken tek bir gerekçemiz vardır:. Hayvanlar bize aittir; onlara istediğimizi yaparız, çünkü bizim gibi acı çekmezler; düşünmezler. Ölüm kaygıları yoktur. Eşleşirler ama aralarında aşk yoktur. Kısaca hayvanlarda bizde olduğu gibi bir bilinç bulunmaz . Rene Descartes bir zamanlar “Hayvanların bizim gibi konuşmuyor olmalarının nedeni, gerekli organlara sahip olmamaları değil, düşüncelerinin olmamasıdır” diyerek bu gerekçeyi savunmuş.
Hayvanlarla ilgili yanılgılar
Ancak zamanla hayvanlarla aramızda inşa ettiğimiz setler birer birer yıkılıyor. Alet kullanan tek hayvan insandır. Peki alet yapan karga ve şempanzelere ne diyeceksiniz? . Empati ve el açıklığı gibi özelliklerin yalnızca insanlara özgü olduğu iddiası bugün ölüleri için yas tutan filler, zor durumda kalan sürü üyelerine yardım eli uzatan maymunlarla birlikte geçerliliğini yitirmiş durumda. Ya insanların neşelenebilen, gelecek kavramına sahip olan tek hayvan olduğu iddiası? Bu da İngiltere’de son yapılan bir araştırma ile yıkıldı. Konforlu bir ortamda yetiştirilen domuzların iyimserlik ve neşelenme konusunda insanlardan hiç de geri kalmadığı kanıtlandı.
Konuşma yeteneği insanların elinde kalan son kale de idi. O da Kanzi ile birlikte yıkıldı. Kanzi adlı 29 yaşındaki bonoboya doğduğu andan itibaren konuşma yeteneği kazandırılmaya uğraşıldı. Kanzi bugün sözcük kartları yardımıyla isteklerini dile getirebilecek düzeye geldi..
Bütün bunlar hayvanlara farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Princeton Üniversitesi’nden biyo-etikçi Peter Singer 1975 yılında kaleme aldığı “Hayvanların Kurtuluşu” isimli kitabı ile bugün hayvan hakları olarak bilinen hareketin temelini atmış oldu. Singer, hayvanların da acı çektiğine inanıyordu ve insanların kendilerine yapılmasını istemedikleri acı veren müdahalelerin hayvanlara da yapılmaması gerektiğini savunuyordu. Bu görüş o dönemde herkes tarafından kabul görmese de son yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar Singer’i haklı çıkartıyor. Bugün bilim insanları hayvanların da acı çektiğini kanıtlamak için beyinlerinin incelenmesinin yeterli bulmuyor; akıllarından ne geçtiğinin de bilinmesi gerektiğini söylüyor.
Bilinçli yaratıklar
Hayvan zekâsını anlamaya çalışan bilim insanları çok sayıda engelle karşı karşıya. İlk başta insan olmayan yaratıkların bilinci olup olmadığı konusunda bile bir görüş birliği yok. İnsanlar yunusların ve şempanzelerin bir farkındalığa sahip olduğunu kabul ediyorlar; kedi ve köpeklerde de bu tür bir zekânın olmasına da karşı çıkmıyorlar. Peki fareler için ne demeli? Ya sinekler? Bunların aklından hiçbir şey geçmiyor mu? Basit bir hayvanın sahip olduğu minicik beyin, ancak temel vücut işlevlerini kontrol altında tutabilir. Sistem otopilota bağlanmış, yol alabiliyorsa, bilinç için gerekli olan nöron sinapslarına ne gerek var?
Bu soru katıksız bir sövanizm eğilimi taşıyor. “Belli bir eşiğin altında öznel bir deneyimin olmaması çok büyük bir olasılık” diye konuşan Northwestern Üniversitesi’nden bilişsel psikolog Dedre Gentner, “Bir hamamböceğinin kötü şeylerden kaçmasının ve iyi şeylere doğru koşmasının altında bir takım içsel reflekslerden başka bir şey aramak gerekli mi acaba?” diye soruyor.
Ne var ki bazı türlere ilişkin sahip oldumuz önyargılar, bu eşiğin nerede başlaması gerektiği konusunda belirsizlik yaratıyor. Örneğin mantıksal olarak bir hamamböceğinin sahip olduğu zekânın bir kelebekten farklı olmaması lâzım. Ama hamamböceğine karşı beslediğimiz tiksinti bunu kabul etmemizi engelliyor. Yine de çok sayıda bilim insanı bilincin bir çeşit bilişsel reostat (elektrik akımının şiddetini azaltıp çoğaltmada kullanılan aygıt ) tarafından kontrol edildiğini kabul ediyor. Bu da şu anlama geliyor: Bilinç insanlarda ve yüksek hayvanlarda en parlak ışığını verirken, basit hayvanlara inildikçe ışığı sönükleşiyor.
“Memelilerde bilinci reddetmek büyük bir yanılgıdır” diye konuşan Harvard Üniversitesi’nden psikolog Steven Pinker, “Kuşlar ve diğer memeliler de büyük bir olasılıkla bilinç sahibidir. En aşağılara indiğimizde, midye ve örümceklere gelince, kesin bir bir şey söyleyemiyoruz” diyor.
Beyin-vücut oranı
Var olduklarının bilincinde olan hayvanlar arasında zekâ giderek azalan bir seyir izler. Özellikle beyin boyutunun belirleyici olduğu düşünülür. Bu bağlamda insanlar kendilerinin en üst sırada yer aldıklarını düşünürler. İnsan beyni büyüktür –yaklaşık 1.400 gr ağırlığında- . Fakat yunusların beyni 1.700 grama kadar çıkabilir. Kaldı ki katil balinanın beyni devasa boyuttadır -5.600 gr- . Fakat insanlar balina ve yunustan daha küçüktür. Beynin vücut ağırlığına olan oranı söz konusu olduğunda ise durum değişir. İnsanların artık en üst sırayı Etrüsk sivrifaresine (Suncus etruscus) terk etmesi gerekir. Çünkü bu küçük yaratık, beyni 0.3 gram ağırlığında olmasına karşın vücuduna oranla en büyük beynin sahibidir.
Gelişmiş düşünce ve beynin yapısı
Beynin boyutları ile zekâ arasında kesin olarak bir ilişki olmasına karşın, beynin şekli zekâ konusunda daha fazla bilgi verir. Yüksek düşünce beynin korteks bölgesinde işlem görür. Pek çok hayvanda olmayan bu bölüm, beynin en fazla evrim geçiren kısmıdır. Memeliler serebral korteks kulübünün doğal üyeleridir! Burada kural şudur: Beynin korteks kısmı ne kadar büyükse hayvan o kadar zekidir. Ancak yaratıcı zekânın tek belirleyicisi bu değildir. Alet kullanımını ele alalım. İnsan alet kullanımında profesyoneldir. Bunları amatör kategoride maymunlar izler. Susamurlarının sırt üstü yatarak, karınlarının üzerinde yumuşakçaların kabuğunu taşla kırarak içindekini yemeleri, ne kadar basit görünürse görünsel, bir tür alet kullanmaktır. Eğer yaratıcılık serebral korteksin bir marifeti ise kargagiller (karga, kuzgun, saksağan gibi cinsleri kapsayan ötücü kuşlar) alet yapımında insan dışındaki türlerin hepsinden niçin daha becerikli?
Kargalar bu konuda destan yazmış! durumdalar. Plastik bir tüpün içindeki eti çıkartmak için düz teli büküp kanca yapan kargalar.. İçi yarı yarıya su dolu bir kabın içindeki suyu içmek için kabın içine taş atarak suyun seviyesini yükseltmeye çalışan kuzgunlar... Bu son deneyde ilginç olan hayvanın su seviyesini hızlı bir şekilde yükseltmek için ilk önce en iri taşları seçmesidir.
Serebral korteksi olmayan kuşların bu becerileri sergilemesi, bir olasılıkla memelilerde de bulunan bazal ganglia sayesindedir. Bu öğrenme ile ilgili beyin bölgesidir. Memelilerde bazal ganglianın birden fazla bileşenleri varsa da kuşlarda tek bir parçadan oluşur. Ancak MIT ve Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü bir çalışmada, kuşlardaki bu tek yapılı bazal ganglionun birden fazla işlevi olduğu anlaşıldı.
Toplu halde yaşamanın etkisi
Kargagillerde ve diğer hayvanlarda zekânın tek belirleyicisi beyinleri değildir. İçinde yaşadıkları topluluklar da zekâlarını etkiler. Hayvanlar için tek başına yaşamak, toplu halde yaşamaktan daha kolaydır. Kutup aylarında olduğunda gibi tek başına avlanmak ve avını oturup yemek daha az sorun çıkartır. Avı paylaşırken güç gösterisinde bulunmak, birlikte avlanırken strateji geliştirmek gibi sıkıntılara gerek kalmaz. Hayvanlar zekâlarını sergileme fırsatını en çok avlanma sırasında yakalarlar.
Toplu halde yaşayan hayvanlarda neden sonuç ilişkisi belirgin değildir. Başka bir deyişle, birlikte yaşamak zekâyı geliştirebilirken, doğuştan sahip olunan zekâ, hayvanı toplu halde yaşamaya itebilir. Kesin olan kargagillerin kuşlar arasında en sosyal yapıya sahip olduklarıdır. Bu hayvanların uzun yaşaması ve güçlü grup bağları bu tür yaşam için gerekli olan altyapıyı sağlar. Başka bir ilginç yapı da sürü halinde yaşayan hayvanlarda görülür. Bunlarda zekâ kırıntı boyutlarındadır. Bunlar da eşgüdüm içinde yaşam sürmelerine karşın, sürülerinde belirgin bir işbirliği yoktur. Duke Üniversitesi’nden hayvan biyoloğu Christine Drea sürü hayvanlarının özelliklerini şöyle değerlendiriyor: “Bir buffalo sürüsünde A hayvanı, B hayvanının kim olduğunu düşünmez. Ancak primatlar, sosyal etoburlar, balinalar ve yunuslar arasında her fert özel bir yere sahiptir.”
‘Ben ve diğerleri' bilinci
Bir hayvanın beynini ve davranışlarını incelemek kolaydır, ancak sıra bilişsel yeteneklerin ortaya çıkartılmasına geldiğinde iş sarpa sarar. Bir insan çocuğunun öğrenmesi gereken en önemli yetenek “aklın kuramı” denilen olgudur. Bu da tüm bilginin evrensel olmadığı anlamında kullanılan bir kavramdır. Örneğin emekleme evresindeki bir bebek dadısının oyuncağını odanın bir yerine sakladığını gördüğü zaman, daha sonra odaya giren herkesin oyuncağın yerini bildiğini düşünür. Çocuk ancak 3 yaşına geldiğinde kendi bildiklerini başkalarının bilmesi gerekmediğini öğrenir.
Aklın kuramı, iletişimin ve öz farkındalığın (kişinin, başka insanlardan ve şeylerden ayrı bir varoluşa sahip olduğunun bilincinde olması) temelini oluşturur. Az sayıda hayvan bu özelliğe sahiptir. Köpekler bu nadir hayvanların arasında yer alır. Aklın kuramının en belirgin göstergesi, parmakla işaret etmenin ne anlama geldiğini anlayabilme yetisidir. Başka bir deyişle bireyin çevresinde birinin paylaşmak istediği bir bilgisinin olması ve bireyin dikkatinin o yöne çekilmesi; böylece bireyin de o bilgiyi öğrenebilmesidir. Bu yeti bizlere basit gibi görünebilir, çünkü insanlar doğuştan bu yetiye sahiptir ve işaret etmek için parmaklarımız vardır. Büyük maymunların da parmakları vardır, ancak bunlar bu yetiyle doğmazlar. Örneğin Kanzi, doğal ortamından farklı olarak insanlarla büyüdüğü için elleri boş kalıp, işaret yoluyla iletişim kurma yeteneğini kazanmıştır.
Aklın kuramını kavrayabilen akıllı türlerin tek göstergesi parmakla işaret edebilmek değildir. Örneğin saksağanlar yiyeceklerini saklarken diğer saksağanların kendilerini izleyip izlemediğine dikkat ederler. Eğer izlendiklerinden kuşkulanırsa, etrafta kimsenin olmadığı bir zamanda yiyeceği ilk yerinden çıkartıp başka yere gömerler. Böylece diğer kuşların akıllarından ne geçtiğini anladıkları gibi, akıllarından geçen düşünceyi de değiştirme yeteneğine sahiptirler.
Bir hayvanın öz farkındalığının olup olmadığını anlamanın en güvenli yolu ayna testidir. Bu test, bir hayvanın aynaya bakıp gördüğü görüntünün ne olduğunu anlayıp anlamadığını ölçer. Bu testi geçen hayvanların başında filler, maymunlar ve yunuslar gelir. Test sırasında bu hayvanların alınları veya vücutlarının bir noktası boya ile boyanır. Hayvan aynaya baktığı zaman parmağı veya hortumu ile aynada yansıyan görüntüye değil de kendi vücudundaki boyalı kısma dokunuyorsa testi geçmiş demektir.
Hayvanlar da hisseder mi?
Hayvanlar empati besleyebilirler mi? Merhamet duygusuna sahip midirler? Birbirlerine aşık olabilirler mi? Yas tutabilirler mi? Başkalarına özen gösterebilirler mi? Bilim şimdi bu soruların peşinde..
Araştırmalar fillerin ölüleri için yas tuttuğunu kesin olarak gösteriyor. Yollarının üzerinde fil iskeletine rastlarlar ise, dikkatli bir şekilde kafatasını ve fildişini incelerler. Maymunlar da
sürüde ölen bir üyenin başında günlerce bekleyebilirler.
Yaşayan grup üyeleri için empati gösterisi sıçanlarda gözlenen bir tutumdur. Harvard Üniversitesi’nden antropolog-biyolog Marc Hauser, acı ile kıvranan sıçanları izleyen diğer sıçanların da acı içinde kıvrandıklarını gözlemiş; bu gözlemi yorumlamak için nöro-biyolojiye gerek olmadığını söylüyor.
Sonuç: Hayvanlar ve insanlar eşittir
Hayvan hakları savunucusu Singer, hayvanlar da insanlar gibi acı çektiğine göre bu ikisinin onurlu bir yaşamı hak ettiğine inanıyor: “Acıyı bir insanın mı yoksa farenin mi çektiği fark etmez. Acı acıdır. Dolayısıyla bu ikisi eşittir.”
Bilim insanları, bazı konulardaki görüş farklılıklarına karşın hayvanlara karşı tutumuzun köklü bir değişim geçirmesi gerektiğine inanıyor. Örneğin Avrupa Birliği yetkilileri hayvanların daha “insani” koşullarda yaşaması için gerekli önlemleri almaya çalışıyor. Çiftliklerdeki koşullar daha sıkı denetleniyor; besi hayvanları kesime gitmeden önce bayıltılıyor vb…
Ne var ki Singer insanların vejetaryen olmaları gerektiğine inanmıyor. Ancak midye, salyangoz, istiridye gibi hayvanların daha az acı çektiğini düşünerek bunların yenmesinin daha doğru olduğunu söylüyor.
TIME / Jeffrey Kluger, 05 Ağustos, 2010
Türkçesi: Reyhan Oksay


kaynak:burada

12.10.10

Dağlar Gibiydim, 10 Saniyede Hayatım Sönene Kadar /haytap

Ben dağlar gibi bir köpektim…. Özgürce yaşardım sokaklarda ne zamandır… Ta ki, içinizden biri 10 saniyede benim hayatımı söndürene kadar… Bundan 4 gün önce bana arabasıyla çarpıp kaçana kadar. Omuriliğimi ortadan ikiye ayırıp, beni felçli bırakana kadar. Onun bana çarpıp kaçması taş çatlasa 10 saniyesini aldı. En fazla arabasının tamponunda,tam bana çarptığı yerde ufak bir iz bırakmışımdır. Onu da tamir ederler hemen...Tamirciye gittiğin zaman o ize iyi bak olur mu - o benim sönen hayatımdan kalan son iz.

Peki ya senin bende bıraktığın iz ne olacak? Ben bir ömür boyu onun bedelini ödeyeceğim.Şimdi yürüyemiyorum, sürünebiliyorum sadece. Tuvaletimi tutamıyorum, korkunç bir acı ve ızdırap içindeyim.

Bu sabah uzman bir veteriner tarafından muayene edildim. Dedi ki, kazadan sonraki kritik 24 saat içerisinde ameliyat edilebilseymişim belki şansım olabilirmiş. Yani bana çarpan o canavar beni yolun kenarında bırakmak yerine, alıp bir veterinere götürseymiş şansım olabilirmiş.Ama ben ancak kazadan 4 gün sonra uzmana götürülebildim. Bu süre içinde omuriliğimde sağlam kalan sinirlerim de bir bir ölmeye başlamış.

Durum böyle olunca, benim UYUTULMAM gerektiğini söylediler. Zaten sahipsiz bir köpek olduğum için kimsenin benimle uğraşmayacağını da eklediler dip not olarak.

Benim hayatım bir dip not mıu? Elbette değil. Ve benimle ilgilenen hayvanseverler uyutulmamı kabul etmediler. Çünkü onlar benim gözlerimin içine baktılar, ve yaşamak istediğimi gördüler… Ve sonuna kadar benim için mücadele etmeye karar verdiler.

Nefes alıyorsak umut vardır öyle değil mi?

Şu anda bir diğer uzmanın benim ameliyat olup olamayacağım, eğer ameliyat olursam şansımın ne kadar olacağına dair görüşleri bekleniyor. En ufak bir umut varsa bile ameliyat olacağım. Eğer yoksa da, böyle yaşayacağım. 10 saniyede söndürülen hayatımın bir ucundan tutup, yeniden başlayacağım.

Bu mücadelede bana yardım eder misiniz? Adım Melek. 2-3 yaşlarındayım.

Yeni bir hayat kurmak için size ihtiyacım var.
Başta Hayvansever olmak üzere herkesin tepkisini çeken vahşeti bir üniversiteli gencin gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Cinayete bir tepki de Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay'dan  geldi.


Başkan Sındır, vahşi saldırıyı kınadı

Küçükpark’ta felçli bir kedinin bir gurup genç tarafından canice öldürülmesini kınayan Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, “Buna neden olanların yasalar önünde en kısa zamanda hesap vermesi için elimizden geleni yapacağız” dedi.

Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, ilçe sınırları içindeki Küçükpark’ta gece yarısı savunmasız bir kedinin acımasızca öldürülmesini şiddetle kınadığını açıkladı.

Demokrasi ve özgürlüğün beşiği olan Bornova’da; doğada var olan bütün canlılar için sağlıklı bir çevrenin bulunduğuna dikkat çeken Sındır,  “Bornova, insan ve hayvan haklarını her yerde savunan uygar insanların kentidir. Bornova’mızda yaşayan zavallı bir kedinin canice ve cahilce katledilmesine neden olanları kınıyoruz. Küçükpark’ta yaşanan olayda Pitbull cinsi köpeğin bile dokunmadığı, kendisini savunamayan felçli bir kedinin insanlar tarafından vahşice öldürülmesi hem düşündürücü, hem de üzücüdür. Buna neden olanların yasalar önünde en kısa zamanda hesap vermesi için elimizden geleni yapacağımızı bildiriyorum. Böylesi canice davranışların uygar ve aydın Bornova halkımız tarafından da lanetlendiğini kamuoyuna saygıyla duyuruyorum.” dedi


arkadaşlar lütfen imza atın...
 yaşam hakkına saygı dilekçe

bunu insandan başkası yapamaz../haytap

Hayvanları Koruma Kanunu CEZA KANUNLARI  KAPSAMINA alınmadıkça bu tür  caniler toplum içinde tehlike arzederek dolaşmaya da devam edecek.



Islam dini hayvanların korunmasına ilişkin kıyamete kadar geçerli hükümler  veren bir din. Bunun yaninda %99 u müslüman olan ülkemizde, hayvanlara işkence, vahşet ve tecavüz yaygın şekilde yapılıyor ve maalesef 5199 sayılı yasa bu katliamlarda yetersiz kalıyor...

Bu cani kişi üniversite öğrencisi imiş. Sabah saatlerinde kaldığı eve polisler ve merkezden sivil polisler gelmiş. Bu cani kişi Olaydan beri evine de gitmemis, pitbulu ise kafeste hapis durumda imiş.
Polisler universiteye de gidip bu caniyi bulmaya çalışacaklar.
Bulundugu zaman ise Hayvanları Koruma Kanunu KABAHAT kapsaminda oldugu icin, belki para cezası alacak. O para cezası da muhtemelen tahsil bile edilemeyecek.
TBMM yi goreve davet ediyoruz. Hayvanlari Koruma Kanunun en kisa zamanda TCK ya gore suc kapsamina alinmasi gerekli. Bu caniler HAKIM karşısına çıkıp, hapse girmeli ve  bu vahşet SABIKALARINA da işlenmeli.

Bu cani ve bunun gibiler aramızda dolaşacaklar ve bir gun mutlaka ÇOCUKLARA veya KADINLARA yani güçsüz olan her canlıya bu vahşeti , katliamı  yapacaklar.
Resimleri  yayalım ve bu kişileri KAMU VICDANINDA MAHKUM EDELIM, onlara VICDANI SABIKA işleyelim.
Bu insanlik sucu icin İzmir Müftülüğü’nü, Izmir Il Cevre Müdürlüğü’nü ve Izmir'de ki tum ilgili kurumları da göreve davet ediyoruz.
Nesrin Citirik HAYTAP Hayvan Haklari Federasyonu Başkan Yardımcısı
bir imza da sen at...
yaşam hakkına saygı dilekçe


15.9.10

bir yaz daha bitiyor..

Bir yaz mevsimini daha bitirmek üzereyiz. her sonbahar da yaşadıklarımız yine tekrar ediyor.etrafımızda bakımsız aç ve sevgisiz kalmış hayvan dostlarımız dolaşmakta ne yazık ki...çok üzücü..
onları bırakırken ne düşünüldüğünü merak ediyorum,düşünülüyor mu ??lütfen, küçücükken,üstelik de petshoplardan satın aldığınız hayvanlar,sokaklarda nasıl yiyecek,su bulacak..bir de tabii alıştırdığınız sevgileriniz de cabası..
bu serzenişleri orada burda duymuşsunuzdur belki,bir yerlerde okumuşsunuzdur da..lütfen önemseyin..mümkünse sokakta kalmış olabileceğini düşündüğünüz bir köpeğin gözlerine dikkatlice bakın..ne hissettiniz...??

29.1.10

Maviş'in hüznü/Alıntı

bir gün gidecektin elbet ama ben bunu hiç düşünmedim.. yanındaydı benim yaşamım,küçük dünyam... güneşin batması,karanlık olması beni hiç ilgilendirmedi.. ben sendim acıkmadan karnımı doyuran,üşümeden korumaya alan sendin...
peki sen şimdi nerdesin???

Bu satırlar güzel gözlü maviş için,maviş'i yakın dostum begonvilli ev sayesinde tanıdım..arkadaşlar bu konuyu tüm tanıdıklarınıza bildirin güzel maviş'e sahip çıkın..sıcak bir yuva,güzel bir bahçe,onu ailesinin bir ferdi gibi sevecek insanlar bulalım..bulalım ki bu mahzunluk bitsin,hayata tekrar tutunsun maviş..
işte maviş'in öyküsü:


Maviş'i anlatmıştım size. Köşedeki büfenin köpeği(idi). Şimdi sahipsiz kaldı. İşletmeci kalp krizine yenik düşünce ne işletme kaldı ne de çalışanlar..Maviş de ortada kaldı. Mama götürüyorum sabahları ve akşam üzerleri ama yemiyor. Hatırım için bir kaç tane alıyor ama üzgün üzgün gözlerini gözlerime dikip öylece bakıyor.

İşletmeden geriye bu görüntü kirliliği ve bir de Maviş'in hüzünlü bakışları kaldı.


Ömrümde böyle hüzünlü bakışlar görmedim


Minik teselli ediyor.

Çoğu zaman bir köşede öylece yatıyor. Oysa çok hareketli mutlu bir hayvandı. Minik'le beni görünce yerinde duramaz oynamak isterdi.

20.1.10

yorum yok...






Gülelim
mi? Ağlayalım mı? Hayran mı kalalım? Yoksa ibret mi alalım?

Artık bu
size kalmış bir şey !



Kaliforniya'daki

bir hayvanat bahçesinde anne kaplan çok ender olan üçüz kaplan

yavrusunu

doğurmuş. Ne
yazık ki, gebeliği sırasındaki sorunlar
yüzünden yavrular premature
doğmuş ve
çok
küçük olmaları nedeniy
le yavrular doğumdan hemen sonra
ölmüşler.

Anne
kaplan doğum sonrası
iyileşmiş ancak, fiziksel olarak gayet iyi
olmasına rağmen sağlığı
bozulmaya

başlamış. Veterinerler bebeklerini kaybetmiş olmasının onu
depresyona girmesine
neden
olduğuna karar
vermişler ve eğer bir başka anne kaplanın yavrularını
onun yanına
koydukları
taktirde belki eski sağlığına kavuşabileceğini
düşünmüşler.


Ülke çapında diğer tüm
hayvanat bahçelerini
araştırmışlar ancak yas
tutan anneye
verebilecekleri

aynı
büyüklük ve yaşta yavru kaplan
bulamamışlar.
Bunun

üzerine veterinerler, bazen bir cinsin başka bir cinsin yavrusuna
annelik edebildiği

düşüncesiyle hiç

denenmemiş bir uygulamayı yapmışlar. Ama bulabildikleri tek yetim
yavrular
minik
domuzcuklarmış. Onlar
a kaplan derileri giydirerek anne kaplanın
yanına koymuşlar.

Acaba
anne kaplan onları kabul edecek miydi, yoksa kendisine bir
ziyafet mi çekecekti?
Sonucuna

bakın... gözlerinize inanamayacaksınız







Şimdi
lütfen bana söyler misiniz....

Bir
anne kaplan ile yetim domuzcuklar gayet iyi geçiniyorlar da neden
dünya üzerinde yaşayan

biz
insanlar birbirlerimizle geçinemiyor, din, ırk, renk ve diğer bir
sürü aptal-salak nedenler....

yüzünden
birbirlerimizi öldürüyoruz?

Yoksa biz insanlar mı ? bu "vahşi"
dediğimiz hayvanlardan daha acımasız, daha
vahşiyiz???